RP:
Soğuk ve karanlık bir hava.
Henüz güneş kendini gösterecek cesareti bulamadığından gökyüzü gün ışığından yoksun, karanlığa gömülü..
Soğuk hava camları buğulandırmıştı. Taş evlerdeki insanlar her zamanki gibi horul horul uyuyordu. Herkesin uyuduğu an uyanık olanların güvende hissetmemesi elde bile değildi. Tabii o an uykuya yenik düşmeyen sadece bir iki canlı vardı. Bitkiler bile harekete ara vermişlerdi. Sokak lambalarından yanlızca biri yanıyordu, o da bir iki tekleyip söndü. Mağlubiyet ağır gelmiş olmalıydı...
O an sessiz ve sakin olan bu sokakta gecenin huzurlu hükmü sürerken aynı sokaktaki dairede uyanan biri oldu. Bu havada açık penceresi olan tek kişi o olduğundan oda buz gibiydi. Evi her zaman soğuk olurdu ama bu aşırı sayılabilecek nitelikteydi. Penceredeki kuşlar rahatsız görünmüyordu,uyanan kalkana kadar. Gri kuzgunlar aceleyle kanat çırpıp havalandı. Adeta uyanan birini haber veriyor gibiydi kanat sesleri...
Derken gene ortalığı sessizlik kapladı.
Saat kaçtı? Günlerden neydi? Zaman kavramını tam olarak yitirmiş gibiydi.Nerede olduğunu dahi kestirememişti. Aylaklığı bir kenara bırakıp yorganı savururcasına üzerinden attı. Saatini yanındaki komidinden aceleyle alıp baktı. Saat sabahın 6sıydı! Geç bile kalmıştı! Sertçe anlına bir darbe indirip ayağa kalktı ve uçarcasına ilerideki antika dolaba fırladı. İnce zevkini açığa çıkaran takım elbisesi kapaktaki askıda hazırdı. Gömleği kapıp kollarını giyerken bile hala kendine lanetler ediyordu. Geç kalmıştı!
O sırada düşüncelerini doğrulayan bir ses işitti. Kulağa hoş gelen bir erkek sesiydi bu, düzgün bir aksanı ve oldukça sakin bir tınısı vardı;
Geç kaldınız Bay Jagger...
Henüz pantolonunu bile giymemiş Mickey Jagger saygısızlıktan çok adamın sesindeki sakin tınıya bozulmuştu. Kendisi endişeden ölmek üzereydi ama o doğal birşey söylüyormuş gibi ılımlıydı. Mickey, Oliver'ı tanımasa bu durumdan hoşnut olduğunu bile söyleyebilirdi;
Biliyorum,biliyorum... diye mırıldandı derinden gelen bir hüzünle. Kendisi için çok üzülüyordu.
Şu durumda yapabilecek pek birşey yok, ha? Mickey'in garip iskoç aksanı kendini her daim belli ediyordu. Oliver gülümsedi, bu hareketi tek bir dudak hareketiyle başardı. Yanağındaki kısa gülümseme çizgisi gamzelerinin yanında yokmuş gibi duruyordu. Doğrularcasına başını salladı ve göğsünde birleştirdiği eli ceplerine sokup odayı adımladı. Küçük bir oda sayılırdı Oliver'ın standartlarına göre, odada sadece bir dolap, yatak,komudin ve uzun siyah boyunlu bir lamba vardı. Paha biçilemez antika parçalar gelişigüzel yerleştirilmişe benziyordu. Yanlız bir tane cam vardı, küçük ama bakıldığında tüm sokağı gösterebilecek cinsten. Tül perde yeni çıkan meltemle hafiften dalgalanıyordu. Oda hala buz gibiydi.
Bu havada bile camı açık bırakmıştı Mickey. Camın açık olmasını severdi, hem klostrofobi nedeniyle, hem de karbondioksitten boğulacağı paranoyaklığı sebebiyle... Bu da odayı kutup kadar soğuk yapıyordu. Oliver Mickey'nin bu manyaklığını bildiğinden ses çıkamadı ve paltosuna biraz daha sıkı sarıldı.
Sana çok kızacak... dedi Mickey alelacele pantolonunun düğmesini iliklerken. Gülümsemesi barizdir, durumdan eğleniyor gibi bir hali vardı. Mickey bir an tüm faaliyetlerini durdurup aval aval Oliver'a baktı. Ardından ellerini isyan edercesine kaldırıp
Merlin aşkına Oliver! Bir gün de bilmediğim birşey söyle!...dedi ve kemerinin tokasını da deliklerden birine geçirip aceleyle cekedini kaptı. Oliver bunu gidebileceklerine dair bir işaret olarak algıladı ve buharlaşmak için Mickey'e yaklaştı. Mickey ise hınça adamın ütülenmiş, tertipli gömleğinin kolalı yakalarına yapıştı
Hayatta kalırsam seni öldürmem gerektiğini hatırlat bana! dedi tükürükler saçarak. Yakasını bırakıp büyüye konsantre olduğunda Oliver kıs kıs güldü.
Böyle bir şansı dahi yoktu!
İkili buharlaşırken arkalarındaki açık camdan esen rüzgar perdeyi şaha kaldırdı.
---
Aceleyle taş zemini adımladılar. Hava iyice aydınlanmıştı ama hala çok erkendi. Mickey belli belirsiz titriyordu, soğuğa onun gibi alışmış birşey için alışılmamış bir durumdu. Oliver artık gülümsemiyordu, bu endişe tatsız bir hale gelmişti. Geldikleri yol boyunca sessizlik hüküm sürmüştü, Oliver Mickey'i tüyler ürpertici düşünceleriyle yanlız bırakmayı uygun görmüştü.Eski püskü bir ahşap evin mermer giriş basamaklarını çıktıktan sonra kapıyı çalmak için Mickey öne atıldı. Ama daha yumruğunu kapıya vurmadan kapı gıcırtıyla ardına kadar açıldı. Oliver bunu doğal birşey olarak betimlerken Mickey için menteşeler çığlık atıyor gibiydi. Oliver'a korku dolu bir bakış atıp güvensiz adımlarla içeri ilerledi. Her adımında döşemeler aynı kapı gibi gıcırdıyordu. Mickey'nin içi parçalandı.
İlk kat sadece bir oda gibiydi. Kapının tam karşısında yukarı çıkan ahşap dengesiz merdiven dışında büyük salonu yemek salonundan ayıran bir duvar yoktu. Sağ taraftaki salondaki eşyalar karanlık sebebiyle seçilemiyordu, sadece temel hatları belliydi; karşılıklı iki eski kanape ve cam kapının önündeki sallanan sandalye. Sol taraftaysa bir yemek masası vardı, koca masaya sadece 3 sandalye eşlik ediyordu. Masa başındaki sandalyenin hemen ardında bir şömine vardı, yanmayan antika,tpkı diğer eşyalar gibi eski...
Mutfağı zifiri karanlık yuttuğundan birşey göremedi. Doğrusu, bakmaya zamanı olmadı. O sırada yükselen tiz kadın bağırtısıyla dikkati dağılmıştı;
Incendio!
Kırmızı büyü Mickey'nin hemen önünden geçip arkadaki şöminenin içinde bulunan odunlara çarptı. Mickey o istese büyünün kendisine çarpabileceğini biliyordu..
Alevlenen odunlarla oda büyük ölçüde aydınlandı. Mickey korku dolu gözlerle büyünün geldiği yere baktı. Suratı kayış gibi olmuş ve erezyon topraklarına benzeyen çatlaklara sahip yaşlı ve cılız bir kadın ölü gibi sallanan sandalyede oturuyordu. Koyu mavi gözleriyle Mickey'e baktı;
Geç kaldın...
Mickey başını saygıdan öne eğdi. Oliver da aynı şekilde.
Biliyorum anne... dedi yine garip aksanıyla. Bakışlarını yöneltebilme cesaretini bulduğunda başını kaldırdı
Açıklayabilirim,ben...
Mazeretlerin umrumda bile değil!!!!
Tiz ve korku saçan ses odada çınladı. Mickey yeniden bakışlarını ayaklarına indirdi
Seni getirmesi için ağabeyine lütufta bulunmak zorunda olduğumu sanmıyorum... Çağırıldığında gelmek senin yükümlülüğün ve uymazsan sonuçlarına katlanırsın.
Sakinlemiş ses tonuna rağmen asasını en genç oğluna doğrulttu ve kindar kendini beğenmiş ses tonuyla şaşkın bakışlarına aldırmaksızın Crucio diye fısıldadı.
Mickey çarpan büyüyle yere kapaklandı. Acı dolu çığlıkları arasında özür dilemeye gayret etse de nafileydi. Kadın duygusuzca eğlencesini izlemeye devam etti. Sonunda crucioyu kaldırdığında yerde kan ter içinde kalmış Mickey güçlükle nefes alıyordu. Annesinin bir işaretiyle Oliver onu geniş omuzlarından tutup doğrulttu. Mickey boyun kaslarını bile güçlükle dik tutabiliyordu;
Seni konuşturabilecek kadar sağlam bırakmayı isterdim ama bildiğin gibi,bekletilmekten hoşlanmam... "Dediğimi" yaptın mı?
Mickey halsizce kafa sallamaya uğraştı. Oliver hala destek oluyordu ona;
Kadının çizgi dolu yüzünde bir de memnuniyet gülümsemesi oluştu.
Güzel... Öldürdün öyleyse?diye mırıldandı.
Mickey'in yüzündeki endişeli ifade gözünden kaçmadı. Hayır anlamında kafasını salladı.Hırıltılı bir hayır sesi çıkarınca yaşlı kadının gözleri kocaman açıldı!
Bu ne küstahlık!! Ne demek hayır?! Oliver, bizi yanlız bırak!dedi sandalyenin korkuluklarında doğrularak. Oliver da Mickey de bunun anlamını biliyordu. Oliver onun kulağına eğilerek fısıldadı;
Acı çekmemeni umarım "kardeşim"...
Mickey korkuyla mırıldanırken Oliver gelirkenkine kıyasla daha emin adımlarla kapıdan çıktı ve annesinin tiz bağırtısının eşliğinde eski ahşap kapıyı örttü.
O çığlıklar Mickey'in ölüme giden yolundaki hırpani ninnisi olacaktı.